4 Ocak 2017 Çarşamba

Mitad Del Mundo, Quito - 27 Aralık Salı

Ekim ayında San Francisco'dan başladı yolculuğumuz, sonra daha kuzeye Newyork'a çıktık. Sonra tekrar güneye doğru inmeye başladık. İndik indik, işte bugün dünyanın yarısına kadar geldik.



Bugün olayımız ekvator çizgisine gitmek. Bir ayak güney yarımkürede, bir ayak kuzey yarımkürede tarzında (bkz. aşağıda) sembolik fotoğraflar çekmek. Bölgedeki adı "Mitad Del Mundo" Şehir merkezinden iki araç değiştirerek ulaşıyoruz orta noktaya. Giriş için kişi başı 7,5 dolar ödeyerek girdik içeri. Oldukça büyük bir alan. İçeride merkez monumentinin dışında vakit geçirilebilecek farklı noktalar mevcut. Ve tabii ki bol bol kafeterya ve hediyelik eşya dükkanları.


Merkez binasının önündeki uzun sarı çizgi dünyayı ikiye bölüyor(muş). Klasik fotoğraflar bu noktada bol bol çekiliyor. Binanın tepesindeki terasa çıkıp oradan dört bir yanı seyredebiliyorsunuz.


İçeride ise binanın geçmişine yönelik bilgilendirmeler, fotoğraflar, videolar yer alıyor. Ayrıca yöresel kıyafetler, geçmişte kullanılan alet edavatlar gibi Ekvator tarihine yönelik objeler de sergilenmekte.














Mitad El Mundo'da bir süre dolandıktan sonra çıktık. Centro Historica otobüsü denk gelince orayı da bir görelim diyerekten atladık otobüse. Lakin tarihi Quito bir karmaşa, bir kalabalık sorma gitsin. Baktık pek tekin de görünmüyor. Fazla uzatmadan kısa yoldan taksiyle döndük otele.


28 Aralık 2016 Çarşamba

Yollarda - 26 Aralık Pazartesi

Normalde 12 saat süreceği söylenen yolculuk 10 saatte bitince biz de gecenin 3:00ünde yani kör ayazında dımdızlak kaldık Ipiales terminalinde iyi mi? Buradan hemen Ekvator'a geçmeyeceğiz. Yakınlarda çok orijinal bir kilise var Las Lajas. Oraya gitmek için mecbur bekleyeceğiz sabahın olmasını.

Sabah saat 6:00 da terminaldeki emanetçi geldi de biz de çantalarımızı emanete bırakıp, bir taksiye atlayarak Las Lajas'a geçtik. Yaklaşık 10 dakikada ulaştık kiliseye. Kilise tarihi bir kilise değil. Onu bu kadar popüler yapan şey konumu. Vadinin ortasına, kayalıklar arasına inşa edilmiş. Altından nehir geçiyor. Tepeden baktığınızda muhteşem bir görüntü sunuyor.






Araçlar maalesef kilise yanına kadar gidemiyor. Yukarıda, yolda bırakıyor sizi. Siz de tıpış tıpış yürüyorsunuz aşağı. Yalnız kiliseye gitmek yeterli olmuyor. Bu güzel manzarayı fotoğraflamak istiyorsunuz kuşkusuz. O zaman mecbur biraz merdiven çıkacaksınız. Biz de öyle yaptık ve güzel güzel fotoğraflarımızı çektik. E tabi sonrasında tekrar merdiven in, tekrar çık, rampa çık derken sabah sporunu misliyle tamamlayarak tekrar terminale döndük.

Yine bir taksiye binerek Ekvator sınırına ulaştık. Ancak sınırda öyle bir kuyruk var ki... Yapacak bir şey yok, girdik kuyruğa. Tam iki saat sürdü sınırdan geçmek. Neyse ki sırada arkamızda bekleyen gençler müzisyen çıktılar da, müthiş bir latino ziyafeti çektiler bekleyenlere. Ortalık bir anda şenlendi. Eğlenceli tipler şu Kolombiyalılar...


Ekvator'a geçtik, yine taksi. Bu sefer Tulcan otobüs terminaline gidiyoruz. Başkent Quito öncesi Otovalo'ya uğrayıp Peguche şelalesini görmek istediğimizden Otavalo biletlerimizi alıp Quito otobüsü ile yola çıkıyoruz. Ancak otobüste bir hesap yapıyoruz, Otovalo'ya uğrarsak Quito'ya geç saatte varacağız. O saatlerde sokaklarda kalacak yer aramak pek güvenli gelmediğinden "Salla şelaleyi" diyerek doğruca Quito'ya gitmeye karar veriyoruz. Böyle anlık değişiklikler olabiliyor. Çok planlı olmamanın verdiği rahatlık işte...

Quito merkezde daha güvenli olduğu söylenen Foch semtinde bir hostel bulup yerleşiyoruz.

Çok yorgunuz, nihayet dinlenme vakti...

Yollarda - 25 Aralık Pazar

Bugün tüm gün yolculuk. Hedefte Colombiya Ekvator sınırındaki İpiales var.

Sabah 10:00 gibi otelden ayrıldık. Çantalarla yürüyerek otobüs terminaline gittik. Oradan 50 dakikalık bir yolculuk ile Armenia'ya ulaştık. Armenia'da Cali için biletlerimizi aldık. Daha kahvaltı yapmamış olduğumuzdan yolda yemek üzere empanada ve gevrekşi yoğurttan oluşam azıklarımızı da terminalden temin ettik. Minibüse atladık, yaklaşık 3 saatte Cali'ye geldik. Saat 15:00'e geliyordu. İlk iş İpiales biletlerini halletmek. İlk sorduğumuz acenta yer yok dedi. Bir diğeri saat başı arabamız var dedi ama araba minibüs. Cali'den Ipiales 12 saat. Daha önce minibüsle 11-12 saat yol tecrübemiz var. O yüzden hiiiç yanaşmadım, çekilir şey değil. Neyse bir sonraki acenta 17:00 de var aracımız dedi. Baktık otobüs, tamam dedik, aldık biletleri.

Burada acayip güvenlik önlemleri var. Terminalden otobüsün kalkacağı platforma sadece yolcular geçebiliyor, havaalanı gibi. Ayrıca otobüste herkes yerine oturduktan sonra aşağıdaki hanım kızımız elinde bir kamera, tüm yolcuların tek tek yüzlerini kaydediyor.




Saat şu anda 19:52. Otobüsle gidiyoruz. Bakalım ne zaman varacağız...


Kolombiya Salento, Kahve Turu

Bugün programımızda Salento'nun başlıca aktivitelerinden kahve turu vardı. Burada en bilinen çiftlik Ocaso çiftliği. Ancak gerek bloglardan okuduğumuz kadarıyla, gerekse karşılaştığımız diğer gezerlerin yorumlarına göre Ocaso son dönemlerde fazla turistik takılıyormuş. Biz de tercihimizi diğer bir alternatif olan Don Elias çiftliğinden yana yaptık. Çiftlik Salento merkezden 4 km uzaklıkta. Ancak yürüyüş için çok güzel bir parkur. Ağaçların arasından kah toz toprak, kah balçık çamur içerisinde güzel bir yürüyüş oldu. Yolun hemen hemen yarısında buraların meşhur Miradorlarından yani seyir noktalarından birine ulaştık. Aşağıda yemyeşil bir vadi... Ortasından bir dere geçiyor. Dere çok büyük olmasa da suyu oldukça ihtişamlı bir şekilde, gürül gürül, köpük köpük akıyor. Üzerinde artık iyice eskide kalmış bir asma köprü. Derenin bir yanından diğerine ip sağlam görünüyor ama tahtaların bir kısmı aşağı sarkmış. Pek geçilebilir gibi görünmüyor yani.







Her neyse, bu güzel manzaranın karşısında bir bira eşliğinde serinleyip soluklanıyoruz. Akabinde yine ağaçların arasında, fonda kuş sesleri yürüyüşe devam ediyoruz. Don Elias çiftliğinde Carlos bize rehberlik ediyor. Gezdiğimiz çiftlik aslında sahip oldukları kahve bahçelerinin sadece küçük bir kısmı. Burada organik kahve üretiliyormuş. Kahve ağaçlarını zararlı böceklerden korumak için aynı alana chili biberi dikiyorlarmış, biber haşereleri uzak tutuyormuş. Muz ağaçları var bahçede. Onların görevi büyük geniş yaprakları ile kahvelere gölge yapmak ve güneşten yanmalarını önlemek. Kahve ağaçları sıcağı sever ama fazla güneşten hoşlanmazmış. Ananas ve portakal da var bahçede. Bu tatlı meyveler de hoş kokuları ile sinekleri kendilerine çekerek kahvelerden uzak durmalarını sağlıyormuş.


















Efendim, kahve ağaçları 2 ila 17 yaşları arasında iyi kalite ürün veriyorlarmış. Bu arada kahvenin en sevdiği rakım 900-1800 metre arası imiş. 17 yaş itibariyle verim ve kalite düştüğünden ağacı dibinden budayıp tekrar hayata döndürüyorlarmış.







Kahve meyveleri sarı veya kırmızı iken toplanıp 1 gece bir havuzda bekletiliyormuş. Sonra yıkanıp kabuklarından ayrılıyorlarmış. Çekirdekler düz bir yere serilip kurutuluyor. Tamamen kuruyan çekirdeklerin bu defa üzerlerindeki ince kabuk soyuluyor. Ortaya çıkan kahve çekirdekleri bir müddet daha kurutulduktan sonra kavrularak çekime hazır hale geliyormuş.



Boşuna dememişler bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır diye. Kolay kolay dolmuyormuş o fincanlar. Kahvenin bu uzun yolculuğunu biz 40-45 dakikada tamamladık. Üzerine de mis kokulu kahvelerimizi içerek çiftlikten ayrıldık.



4 km yürüdük demiştim ya, bunun bir de dönüşü var doğal olarak. Lakin, gelirken rampa aşağı yaldır yaldır indiğimiz yollar çıkarken pek o kadar keyifli olmadı. Neyse ki bir süre sonra jeep dolmuşlardan birine denk geldik de yolun kalanını araçla tamamladık.



Otele geçip üst baş değiştirdikten sonra tekrar kasaba meydanına çıktık. Geldiğimiz günden beri bir türlü çıkamadığımız tepeye bugün çıkalım artık dedik. Malum son gün. Neyse, kasaba meydanında meşhur Real sokağından merdivenlerle çıkılıyor bu tepeye. Başta dizlerdeki sıkıntıdan dolayı gözüm pek kesmese de hadi bi deneyeyim diyerekten ağır ağır çıktım merdivenleri. Güzel Salento'ya bir de tepeden baktıktan sonra tüm görevlerin tamamlanmasının verdiği hazla indim bir güzel aşağı.



Unutmadan son olarak, Salento'da yemek olarak iki lezzet pek meşhur. Biri muz kızartmasından yapılan Patacon, diğeri de Trucha yani alabalık. Son akşamımızda Patacon'u denedik. Muz buralarda iki çeşit. Birinin adı platano ki bu yeşil muz, yemeklerde kullanılıyor. Diğeri de banano, bizim bildiğimiz meyve olan sarı muz. Patacon yeşil muzdan yapılıyor. Muzu nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama tabak büyüklüğünde incecik kızartıyorlar. Üzerine de tavuk ya da et parçaları koyarak, peynir ve soslarla servis ediyorlar. Test ettik, onayladık. Gayet lezzetli...



Akşamı yaptık nihayetinde. Yarın uzun yol var. Dinlenmek lazım artık, istikamet otel.





Uzun bir aradan sonra...

Merhabalaaar...

Nerde kalmıştık demeyeceğim, biliyorum ki epey bir gerilerde kaldık.

Ekim ayında seyahate başlamadan önceki düşüncem, "Gündüzleri gezer, akşam da gezi yazılarımı yazarım" şeklinde son derece pratik bir düşünceydi. Ancak teoride pratik görünen bu durum, pratikte hiç uygulanabilir olmadı. Az zamanda çok yer görmek isteyince koşturmacası da çok oluyor. Akşamlar genelde yorgun, bitik halde sonlanıyor.

Bu nedenle şu ana kadar geçtiğimiz noktalar özetle;

USA; San Francisco, Los Angeles, Grand Canyon, Las Vegas, Miami
Küba; Santiago de Cuba, Camagüey, Trinidad, Cienfuegos, Santa Clara, Varadero, Matanzas, Havana, Vinales
Meksika; Cancun, Tulum
Belize
Guatemala; Flores, Panajachel, San Pedro Lake Atitlan, Antigua
El Salvador
Honduras
Nikaragua; Leon, Granada
Kostarika; San Jose, Cahuita
Panama
Kolombiya; Medellin, Bogota, Salento, Cali
Ekvator

Bu noktadan sonrasında uzun otobüs yolculuklarımız olduğundan yazılarımı yolculuk esnasında yazabileceğimi umuyorum. Yani anlık, günlük paylaşımlarla devam ederim diye düşünüyorum. Bakalım bu düşünce pratikte ne kadar geçerli olacak o ayrı. Bekleyip göreceğiz...

Geçmişe dönük de fırsat buldukça toparlamaya çalışırım artık.

Selamlar, sevgiler...


San Francisco

Grand Canyon

Newyork, Manhattan

Newyork, Brooklyn

Küba

Küba

Meksika, Chichen Itza Maya Harabeleri

Meksika, Tulum

Guatemala, Flores, Tikal Maya Harabeleri

Guatemala, Lake Atitlan kıyısında San Pedro Kasabası


12 Ekim 2016 Çarşamba

Macera başlıyor

Eveeet, yıllardır, "Şu iş hayatına son verdikten sonra çıkacağız" diye kendi kendimize söz verdiğimiz uzun soluklu gezimiz sonunda başlıyor. 

Biletler millerin son damlalarına kadar kullanılarak yaklaşık bir yıl önce alındı. Plan program çalışmaları ise kış aylarında başlasa da "amaaan daha çok var, ooo kaç ay var programın kralını yaparız" şeklindeki ötelemelerimle biraz ağır aksak ilerledi ancak temmuz ayında yoğunlaşarak son güne kadar sürdü. Efendim kaba taslak olarak gezeceğimiz noktaları aşağıdaki haritadan görebilirsiniz. 


Şu an uçaktayız*. 11 saattir yoldayız ve San Francisco'ya 2 saat yolumuz kaldı. Haydi bakalım, macera başlasın...


(*) Yayınlamayı uçakta iken yapmadık tabii. Ancak -bilgi olarak- dileyenler saati 10 $ a uçakta internet kullanabiliyorlar. 

20 Şubat 2016 Cumartesi

Grasse - Kokunun Peşinde...


Tıpkı çok güzel bir kokunun sözlerle tarif edilememesi gibi, Grasse'da geçirilen bir günün hazzını da dile getirmek veya yazıya dökmek bir o kadar zor...

Cannes şehir merkezinden 20 km uzaklıkta bir tepede yer alan buram buram parfüm kokan Grasse'a yarım saatlik bir yolculuk ile ulaşabilirsiniz.

   

Koku (Perfume: The Story of a Murderer) kitabını okuyanlar ya da filmini izleyenler Grasse kasabasını mutlaka hatırlayacaklardır. Hikaye'nin kahramanı Jean Baptiste istediği kokuyu yaratmak üzere Grasse'a gelmiştir. Çünkü Paris'te kullanılan teknikler, onun arzuladığı kokuyu hazırlayabilmesine maalesef yeterli olmamaktadır. Bu yüzden kokunun merkezine, Grasse'a gidip orada öğrenmesi gerekmektedir. İzlemediyseniz Grasse'a gitmeden mutlaka izlemenizi öneririm.

Evet, yüzyıllardır kokunun merkezi olmuştur Grasse. Meşhur Coco Chanel No.5 da 1920' lerde Grasse'da hayat bulup ölümsüzleşmiştir.

İki önemli müze yer alıyor bu güzel kasabada. Fragonard ve Uluslararası Parfüm Müzesi;


Esasen Fragonard bir müze değil, 1926 yılında kurulan bir parfümeri markası, mağazası. Adını 18. yüzyılda Grasse'da yaşayan ressam Jean-Honore Fragonard (1732-1806)' dan almış. Mağazaya girdiğinizde, dilerseniz, parfümün nasıl yapıldığına dair tüm aşamaları detaylı bir şekilde gösteren keyifli bir tura katılabilirsiniz. Turun sonunda alışverişinizi yapabilirsiniz. Alışveriş ister yapın, ister yapmayın bu tur ücretsiz.


1989 yılında hayata geçirilen Uluslararası Parfüm Müzesinde ise kokunun tarihine bir yolculuk yapıyorsunuz. Yüzyıllar boyunca kokuyu yakalamak, yaratmak için hangi aletler kullanılmış, bu kokular nasıl saklanmış merak ediyorsanız cevapları bu müzede. Ayrıca çiçeklerin yanı sıra, hiç aklınıza gelmeyecek, iyisinden kötüsüne çeşit çeşit kokuları, üzerindeki butonlara basarak koklayabilirsiniz. Müzeye giriş yaz sezonunda 6 Euro, diğer zamanlar 4 Euro.



Bunlar yetmediyse, bir de tepeye çıkmanızı tavsiye ederim. Muhteşem, panoramik bir manzarası var. Ayrıca, yaz sezonunda giderseniz, tepede yer alan küçük parkın içerisindeki sezlonglara uzanabilir, başınızın üstünde bir parfüm bulutuyla muhteşem bir parfüm siesta yapabilirsiniz. Perfume Siesta sadece yaz aylarında -yanlış hatırlamıyorsam- Ağustos sonuna kadar yapılıyormuş.


Grasse uzun yıllar boyunca tarihi dokusunu koruyabilmiş küçük, güzel bir kasaba. Sadece sokaklarında gezinmek bile ayrı bir keyif. Ancak sadece gezip, görmek değil, farklı bir şeyi yakalamak istiyorsanız buraya mutlaka gitmelisiniz. Gerçek anlamda kokunun, koklayarak hissetmenin, keşfetmenin tadına varacaksınız Grasse'da ...

Mis kokulu günleriniz olsun...